Bağımsız Para Politikası

Senyoraj, genel anlamda “paranın üretim maliyeti ile üzerinde yazılı değer arasındaki farktır.” Bu farkın devletin kasasına gelir olarak girmesiyle devlet, vergi gelirlerinin dışında ciddi bir gelir daha elde eder.
  
Senyoraj geliri devletlerin hükümranlık hakkını ifa­de eder. Devletler coğrafyalarında elde edilen hizmet ve üretim karşılığında senyoraj geliri elde etme hakkı­na sahiptir. Devletler, elde ettikleri bu kârı vatandaşına hizmet olarak kamu harcamalarında kullanır.
 
Günümüzde, globalleşme adına Merkez bankalarına senyoraj geliri elde etme hakkına yasak getirilen dev­letler, üretimlerinin karşılığı kendi paralarını pi­yasaya sürmek yerine, piyasadaki para talebini faizle alınan yabancı para ile karşılamaktadırlar.

Aynı zamanda devletler, halkının emek ve üretimi­nin kârı ortada olmadığı halde bu hakkı kullanabilir­ler. Senyoraj geliri elde edebilirler. O takdirde mal ve emek mukabili olmayan emisyon artışı talebi arttırır. Bunun neticesi talep enflasyonu meydana gelir. Bu takdirde devlet talebin önüne kontrol mekanizması ile geçerek enflasyonu önler
 

Senyoraj geliri kamu harcamaları ile halka hiz­met olarak aktarılacağı için, devletlerin senyoraj geliri elde etmesi halkın emeğinin kendisine hiz­met olarak dönmesidir. Ülkelerin kalkınmasında kaldıraç vazifesi gören senyoraj gelirine globalleş­me adına karşı çıkanlar yerli paranın yerine, ya­bancı ve maliyetli paranın ülke ekonomilerinde do­laşımda bulunmasını savunmaktadırlar.
  
Globalleşmenin bir ayağı özelleştirme, bir diğer ayağı ise senyoraj gelirine getirilen yasaktır.
 
Ülkelerin, özelleştirme ile sahip olduğu yeraltı kaynakları, en önemli kamu iktisadi teşekkülleri ve getirilen yasakla da senyoraj gelirleri global serma­ye sahiplerine aktarılmaktadır.
 
Gelişmiş ülkeler, IMF ve Dünya Bankası kana­lı ile gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları­na emisyon yasağı getirmekle, devletlerin senyoraj gelirinden mahrum kalmalarına sebep olduğu gibi, aynı zamanda piyasalardaki emisyon açığı ‘hard currency’ ile kapatıldığı için, bu devletlerin gelirlerini kendilerine transfer etmişlerdir.
  
Söz konusu gerçek, T.C. Merkez Bankası eski Başkanı Yaman Törüner tarafından, 24-26 Mart 2005 tarihli Mil­liyet gazetesindeki yazısında da gündem edilmiştir. Törüner, gelişmekte olan ül­kelerin senyoraj geliri elde etmesine müsaade edilme­diğine, bunun yerine gelişmiş ülkelerin o ülkeler adı­na senyoraj hakkını kullanıp ‘hard currency’leri dola­şıma sokarak gelişmekte olan ülkelerden vergi aldığı­na dikkat çekmiştir. Yaman Törüner, Merkez bankalarının devletle­rin bir parçası olduğunu ve prensip olarak devletten bağım­sız olamayacaklarını ifade etmiştir. Yine Törüner, merkez bankalarının bağımsız olmalarının, kendi devletlerini değil, kapitalist sistem yöneticilerini dinlemeleri anlamına geldiğini ve bu yönü ile asıl “senyöraj” gelirini, gelişmiş ülkeler merkez bankalarının elde   ettiklerini yazmıştır.
 

Bilindiği üzere, gelişmiş ülke merkez ban­kaları gerçek değişim aracı sayılan “hard cur­rency” basarlar. Gelişmekte olan ülkelerin halk­ları ise, karşılıksız basılan bu “hard currency”leri farklı amaçlarla (öde­me, yatırım ve borç alma aracı olarak) kullanır­lar. Gelişmekte olan ülkelerin bağımsız merkez bankaları da “hard currency” üzerinden döviz rezervi bulundururlar. Bu yönü ile gelişmiş ülkeler, merkez bankaları aracı­lığıyla gelişmekte olan ülke halklarından vergi almaktadırlar.
 
Diğer taraftan, yabancıların gelişmekte olan ülkelerden al­dıkları verginin diğer bir biçimi, onları borçlan­dırma yoluyla gerçekleştirilir. Borçlar için ödenen faizlerin büyük bir bölümü aslında yabancıların aldığı “senyoraj”dır.

 Merkez bankaları iç ve dış ta­lepten fazla para basarlarsa, enflasyon yaratırlar. Yani, talep kadar basılan para enflasyon yaratmaz. Ancak, dış talep kadar karşılıksız “hard currency” basan gelişmiş ülke merkez bankaları, para bastıkla­rı halde enflasyona neden olmazlar.
 
Talebin üstünde para basarak yaratılan enflasyon, bir çeşit vergidir ve toplumu fakirleştirir.
  
Senyoraj geliri elde etmeyen ülkeler, üretim yap­malarına rağmen refah düzeyini arttıramamaktadırlar.
 
Ancak kendi parasını o ülkenin yerli parasının yerine devreye koyan ülkeler elde ettikleri gelirle, kendi re­fah seviyelerini arttırmaktadırlar. Öte yandan, senyoraj geliri elde etmeyen ülkeler piyasalarının ihtiyaç duyduğu parayı dışardan faizle temin ederler.
 
Bir ülkenin kendi Merkez bankasında başka bir ül­kenin parasını bulundurması veya kendi topraklarında dolaşıma sunması o ülkeyi finanse etmesi demektir.
 
Bugün başta Türkiye olmak üzere, özellikle Uzak­doğu ülkelerinin merkez bankalarında büyük miktar­da ABD Doları saklanmaktadır.
 

Günümüzde devletlere, senyoraj geliri yerine iç ve dış borçlanmaya git­mesi tavsiye edilmektedir.
  
Geçmişte senyoraj geliri elde eden bazı devletler bunu belli bir mantık çerçevesinde ve belli oranlar da­hilinde uygulamamıştır. Daha çok siyasi kaygılar neti­cesinde bütçe açıklarını kapatmak için yapmıştır. Belli bir kural çerçevesinde uygulanmayan emisyon artışı elbette talep enflasyonuna yol açar.
 
Senyoraj gelirine karşı çıkılmasının sebebi, görü­nüşte artan para miktarının piyasalarda fiyatlar genel seviyesinde bir artışa sebep olacağı iddiasıdır.
 
Ancak bu iddiayı ortaya atanlar bir taraftan fa­izle alınan dış kredilere destek olmuş, diğer taraf­tan da bankacılık sisteminin kaydi para üretimini desteklemişlerdir.
 
T.C. Merkez Bankası Eski Başkanı S. Serdengeçti’nin bu konudaki açıklamaları dikkat çekicidir:
 
“Bu ülkede emisyonun mili gelire oranı düşük­tür. Merkez Bankası evvelden beri basması gereken parayı basmamakta ve bunu faizleri yüksek tutmak için yapmaktadır. Rantiyeye hizmet etmeyi bırakıp çok para basılsa faizler düşecek, üretim ve yatırım artacak, üretim artınca enflasyon da düşecektir”.
 
Dikkat edilirse senyoraj gelirine karşı olanlar, devlete para satmak için karşıdırlar.

 
Ekonomik bağımsızlığı öncelleyen Baş’ın ortaya koyduğu, Milli Ekonomi Modeli, senyoraj gelirini hem bir ekonomi kuralı olarak ele almakta, hem de emisyon oranlarının nelere bağlı olduğunu formülize etmektedir.  

Kapitalist anlayış, devletin ekonomiye müdahalesini sakıncalı görüp, kamunun ekonomi içindeki payının azaltılması gerektiğini savunsa da, kapitalizmin kalesi mesafesindeki gelişmekte olan ülkelerde, kamunun ekonomideki payı yüksek düzeylerdedir. Örneğin kamunun ekonomideki payı  Euro bölgesinde GSMH’nin %50’si düzeyinde iken, ABD’de GSMH’nin %40’ının üzerindedir. Oysa Ülkemizde, söz konusu rakamlar %20’ler düzeyindedir (Kanca ve Bayrak, 2014). Ülkemiz açısından söz konusu rakamlar, özelleştirme ile birlikte daha da gerilemiştir.  

 
Devletlerin egemenlik haklarının gereği olarak ürettikleri senyoraj ile para arzını arttırmasının enf­lasyona yol açtığı iddiasıyla karşı çıkanların, yabancı paraların başka ülkelerde dolaşmasına (dolarizasyon) ses çıkartmamaktadır.
 Diğer taraftan, bankacılık sistemi mevduatlar sayesinde, topladı­ğından çok daha fazla parayı piyasalara satmaktadır. Buna, yani bankacılık sisteminin ürettiği paraya kaydi para denmektedir. Bankacılık sistemi piyasanın ihtiyaç duyduğu parayı kaydi para ile karşılamaktadır. Bu uy­gulama mantık olarak merkez bankalarının para bas­masından farklı değildir. Her ikisi de emisyon hacmini arttırmaktadır. Bankacılık sistemi bunu faiz karşılığı yaparak kâr elde etmektedir. Ancak Merkez Bankası üzerinden piyasaya para arz edildiğinde bankacılık sektörü faiz geliri elde edememektedir.
 
Merkez bankalarının emisyon hacmini arttır­ması yerine, bankaların kaydi para üretmesi veya kredi kartı dağıtması, piyasalardaki her türlü faa­liyetten bankaların faiz geliri elde etmesini sağla­maktadır. Böylece piyasalarda elde edilen her tür­lü gelirin belli bir miktarı buralara aktarılmakta­dır. Diğer yandan kaydi para üretimi, emisyon hacmini de kısıtlamaktadır.
 
Çünkü piyasada olması gereken belli bir parasal hacim vardır. Bunun büyük kısmı kaydi para ile karşıla­nınca, Merkez Bankası emisyon hacmini kısmak zorun­da kalacaktır. Böylece devletin elde edeceği senyoraj gelirini, faiz yoluyla bankacılık sistemi elde etmektedir.